Fast food sektöründe 14-15 saate varan çalışma saatleri ile Türkiye’deki yüz binlerce çalışanın ücreti asgari ücret civarında.
Hizmet sektörü, pandemi döneminin başından bu yana en fazla mağduriyetin yaşandığı, sorunların katlandığı sektörlerin başında gelir. Bu sektörün içinde ise yine “en”leri fast food (çabuk yemek) çalışanları yaşar. Hiçbir sendikal örgütlülüğün olmadığı fast food sektöründe çalışanlar, patronların son dönemdeki kriz fırsatçılığının açık hedefi haline gelmiş durumda. DİSK’e bağlı Gıda-İş Sendikasının bu alana yönelik çalışması kapsamında işçilerle yaptığımız görüşmeler bir dokun bin ah işit misali. Çoğu AVM’lerde çalışan fast food işçilerinin yoğun temposuna birçoğumuz tanık olmuşuzdur. Bu yoğun temponun arkasında çok daha vahim bir çalışma ortamı olduğunu ise çalışanların söyledikleriyle daha iyi anlıyoruz.
TAM BİR SÖMÜRÜ ORTAMI
AVM’lerde çalışanlar ile görüşmek için gittiğimizde gözümüz servis masasının arkasındaki üretim alanına kayıyor. Adeta bir fabrika gibi bir işleyiş var orada da. Ancak dahası da var. Bu çalışma temposunun dışında uygulanan mobbing, çalışanların hak ettikleri yıllık izinlerinin kullandırılmaması, hasta olan işçinin doktora gittiği ya da istirahat raporu aldığında vardiya değişikliği ya da sürgün gibi yöntemlerle cezalandırılması, istifa etmesi için tutanak tutulması, sürekli aynı tür yemeği yemeğe zorlanmaları… Bazen 14-15 saate varan çalışma saatleri ile Türkiye’deki yüz binlerce çalışanın ücreti asgari ücret civarında.
Gıda-İş’in birebir görüştüğü ya da sosyal medya üzerinden iletişim kurulduğunda işçilerin dikkat çektiği sorunlardan bazıları şu şekilde:
“Bu ay izin günleri dışında her gün 14 saat çalıştım ve 3 bin 200 TL maaş aldım” diyor biri Vardiya Müdürü, Restoran Müdürü ya da süpervizör olarak çalışan birçok kişi de şikayetçi. Fazla mesai ücreti alamadıkları için çoğu zaman normal statüdeki işçilerden de daha az ücret alabiliyorlar. Üstelik onlarla birlikte çalışıp birçok sorumluluğu da taşıyarak. Müdür olarak çalışan biri sadece 3 bin 159 TL ücret alabilmiş ve fazla mesaileri hiç sayılmıyor. Kovid olduğu için rapor kullanmak zorunda kalan bir işçi bile rapor kullandığı için baskı gördüğünü söylüyor.
“İSTEYEN GİDEBİLİR ZORLA ÇALIŞTIRMIYORUZ!
İşçilerin en ufak bir itirazında ya da haksızlıklara karşı çıktıklarında karşılaştıkları geleneksel cümle bu: “Beğenmiyorsanız istifanızı verebilirsiniz.”
“7.5 yıl çalıştım ben bunca emeğimi niye bırakıp gideyim” diyor bir işçi, sonrasında da ekliyor: “Ama artık dayanılacak gibi değil.” Özellikle sosyal medya üzerinden yapılan konuşmalarda işçilerin çoğu tazminatı nasıl alacaklarının yollarını araştırıyor, soruyor. Senelik izinlerini kullanamadıklarını ve işin dışında kendilerini yenilemeye pek fırsat bulamadıkları için tükenmişlik oldukça görünür durumda. Senelik iznini kullanmak istediğinde “İmkanı yok nasıl gideceksin eleman yok” yanıtını aldığını söylüyor bir işçi. İşçilerin 2-3 yıllık süre için biriken izinleri var, her istediklerinde de “Şu an kullandıramayız” yanıtını alıyorlar. Sendikaya gelen soruların içinde en çok rastlanılanlardan biri de “Ben işten çıkarsam izin paramı yatırırlar mı, ne zaman yatırırlar?
İşçi sirkülasyonunun da çok yoğun olduğu, özellikle genç kadın ve üniversite mezunu çoğunluğun çalıştığı bu sektör işsizlikten çaresiz kalanlar için bir uğrak olmuş. Bu işsizlik ve çaresizliği ise şirketler fırsata çevirmiş.
SENDİKALAŞMAYA KARŞI ÖNLEM!
Şirketler için, işsizliğin artması ülkedeki genel ekonomik kriz ve pandemi ortamı hem baskıyı hem de hak gasplarını artırmak için bir vesile olmuş. Fast food sektöründeki çoğu şirket ülkedeki yeni yatırımlarının artması ve büyüme yüzdeleri ile övünüyor, “başarı”dan bahsediyor. Şirketler çalışanların ileride sendikalaşma ihtimaline karşıda birçok önlem almaya çalışmış. Fast food sektöründeki büyük firmalarda şirket içinde birden fazla iş kolu var. Örneğin AVM’deki bir restoranın çalışanları turizm iş kolunda yer alırken bir başkasında aynı işi yapmasına rağmen gıda iş kolu olarak geçiyor. Gıda-İş Sendikası örgütlenme sürecinde karşılaştıkları en büyük sorunun bu olduğunu bildiriyor. Bununla beraber yüz binlerce işçinin istihdam edildiği bu alanlar çok dağınık. On binlerce restoran içerisinde hangisinin hangi iş koluna girdiğini tespit etmek güçleşiyor. Ayrıca taşeronun taşeronu franchising sistemi ile de (bu sistemde markanın imtiyaz hakkı sahibi, belirli süre, koşul ve sınırları kapsayan anlaşmayla bağımsız yatırımcılara sistemini ve markasını kullandırır) şahıs şirketler büyük markaların bayiliği aldığında işçiler küçük gruplar halinde birçok şirkete bölünmüş oluyor.